16 Şubat 2012 Perşembe

The Black Keys / El Camino



Aileler hafta sonu için evleri terk ettiklerinde, günler öncesinden planlanan “kayıt günleri” için toplanan iki çocuk, birkaç saat içinde garajda duran fazlalıkları dışarı çıkarıp ortalığı toplar. Önlerindeki iki günde dünyayı değiştirmek, kafaları karıştırmak, gürültü yapmak ve her şeyden önce, bir müzik grubu olmak için girecekleri amansız yolculuk başlamak üzeredir. Her şeyi çok iyi biliyor gibidirler, bir yandan da hiç bir şeyden haberleri yoktur. Küçücük garaja sığdırdıkları malzemeleri, uzun ve sessiz gecelerin bekleyişi gibidir. Önü boş özgür bir alanda başlayan davul ve elektrogitar ritimleri, garaj müziğinin sonu gelmez macerasını başlatır. 2001 senesinden beri çalan ve yedinci albümlerini çıkaran the Black Keys, Danger Mouse’un ortak çalışmasıyla beraber garage, rockabily ve blues müziğini dansla tanıştırdı.


Dan Auerbach ve Patrick Carney, geçen hafta NME’e yaptığı açıklamada “geç gelen şöhretin” sinir bozucu olduğunu belirtti. Doğrudur, El Camino albümünün piyasalara sürülmesinden bir hafta sonra US Billboard 200 listesine 2 numaradan ve Lonely Boy parçasıyla İngiltere ve ABD’da 1 numaradan giriş yapıp yerini koruyan the Black Keys, bunun nedenini dinleyiciye sordu. Bu zamana kadar neredeydiniz?

“Sadık” dinleyicisine karşı beklenileni tam olarak veremediğini yazan Rolling Stone ise, Şubat ortalarında kapak konusu yaptıkları Black Keys hakkında detaylı bir haber yazdı. Sadık ile “mainstream” dinleyici arasında bölünen(!) kitlenin şikâyet ve beğeni ifadelerinin orta bir yol çizmemesi, El Camino albümünün “gürültüsünü” ve “başarısını” ortaya koymaktadır.

Hakkında konuştuğumuz “şöhret hikâyesi” bir albümle gelen başarının tohumları değildir. Birkaç sene öncesinde duvarlarda Sex Pistols ve White Stripes posterleri olan köhne ve punk barların playlistlerinde duran Black Keys, son aylarda yerini başka yerlere de bırakmaya başladı. El ele tutuşan kızlar, tokalarını üçüncü parçadan sonra çıkarıp kafalarını yukarıya doğru çıkarırken, Dan Auerbach alçakgönüllü tavrıyla sağ elini havaya kaldırıp penasını yavaşça gitarına değdirip spot ışıklarını sahneye getirdi. Rock müzik, dans edince bir başka güzeldi.

The Black Keys / Gold On The Ceiling


El Camino, diğer albümlere nazaran ( “Nova Baby”, “Mind Eraser”, “Stop Stop” ) daha keskin çizgilerle indie türüne yakın parçalarla çıkıyor karşımıza ve insanlar uzun bir süre sonra Black Keys dinlerken kendilerini dans ederken buluyor. Bu şaşırtıcı bir şey, çünkü Hendrixvari gitar ve sert davullarla ortak bir paydada birleşen ikili, “ilk ve son kez” beraber çalıştıkları Danger Mouse’un katkısıyla ortaya dans edilebilir bir rock müzik sundu. “Sadık” dinleyicisini son albümde kaybetmesi doğal olduğu kadar gereği olmayan bir mücadeledir. “Gold On the Ceiling”, “Little Black Submarines” ve “Mind Eraser” gibi parçalar, Black Keys ikilisinin ilk albümlerini anımsatıyor: Hikâye içinde hikâye üreten vokali olgun ve doğru yerlerde karşılayan elektrogitar ve Patrick Carney’nin tamamlayıcı – gazı veren – davul atakları, uzun vadede bu adamları sevmemizin asıl sebeplerinden bir tanesi gibime geliyor.

“Lonely Boy” çılgınlığı ise, tam da ihtiyacımızın olduğu bir parça olarak çıktı karşımıza: Müziğe göre dudak ve vücut hareketlerini uydurtan, dans etmeye karşı duyulan yoğun arzunun tuhaf bir şekilde hiçbir zaman doygunluğa ulaşamama fikri, bize, günümüzün Pulp Fiction ve Saturday Night Fever dansını bir kez daha sundu. Klip tek bir çekimde gerçekleşti, Derrick T. doğaçlama dans etti ve ardından internete viral olarak sunuldu, bir gecede 400,000 kez seyredildi. 2011’e veda ederken, Black Keys yılın en iyilerine girmiş oldu.

The Black Keys / Lonely Boy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder