Yedi kişilik bir “ailenin” 66’ yazında başlattığı ve çoğu kıstasın “Black music before Sly Stone and black music after Sly Stone!” dediği bir ilhamın kapısı, sanırım sonuna kadar açılmıştır ve şanslı olanlar bu kapıdan girip, uzun bir süreliğine çıkmamak üzere içeride takılacaktır. Afro Amerikan müziğinin sevgilisi, funk / soul / psychedelic türlerine henüz en başından yakınlık duyan ve onlarsız sahneye çıkmayı reddeden bir üretkenliğin en eğlenceli hikâyesi… San Francisco’da üç kardeş Sly Stone, Freddie Stone ve Rose Stone tarafından bir araya getirilen ve zamanla onlara katılacak olan Gregg Errico, Cynthia Robinson, Jerry Martini ve Larry Graham’ın Sly and The Family Stone çatısı altında sürdürdükleri kariyerin kırılma noktası, 68’de çıkarılan ikinci albüm “Dance To The Music” ile başlar. Denildiği gibi, albümün açılış parçası “Dance To The Music”, belki de Dyke and The Blazers’dan sonra siyah müziğin dünyada beyazlarla aynı hizada olduğunu (ayıp olmasın diye daha bile üstte olduğunu bir türlü yazmayı beceremeyen Rolling Stone yazarlarını kenara atalım) kanıtlar. Bunun belki de en etkin nedeni, sözler ile müziğin hızlı ve kompleksiz olmasından kaynaklanıyor. Parçanın henüz başından itibaren, tiz bir çığlıkla açılan davetin devamı pek de değişik bir versiyonla devam etmez: Şarkı boyunca dinleyiciyi “sıcak” ve “kontak” halinde tutmayı başarır ve çoğu siyah grubun yaptığı hatayı yapmaz; ortada politik bir mesele vardır ama bunu dile getirmek yerine, sadece insanları eğlendirmek ve dans etmek, bir yerde, yapılacak en doğru, yerinde ve güzel aktivitedir.
1968’de üçüncü albüm “Life” gene ses getirir ve Sly and The Family Stone, kısa sürede, siyah ve beyaz müziğin entegre olabileceği bir uyum ve kombinasyon meselesine dönüşür. Komik olan, basının sık sık bu “aileyi” gazetelerde politik ve güncel olayların paraleline sıkıştırmalarıdır ama olayın diğer tarafında, Sly Stone ve Larry Graham başta olmak üzere, bütün bu cereyanın bir parçası olmak istemez ve gene bildiklerini yapmaya devam ederler: Sahneye çıkmak ve milleti eğlendirmek. Bir sene sonra, 1969’da çıkardıkları dördüncü albüm “Stand!” ve çıkış parçası olarak seçtikleri “I Want To Take You Higher” ve “Everyday People”, Billboard 200 listesine girmeyi başarır ve kısa bir süre sonra Woodstock Festival’ine çağrılırlar.
Bu hikâyeyi hepimiz önceden duyduk: Klasik bir başarı hikâyesi, fakat her şey göründüğü gibi gelişmedi. 70’lere girilmesiyle beraber, hippie counterculture anlayışının tamamen şekil değiştirmesi ve disco kültürünün David Bowie gibi bir müzisyenle birden bire tekrardan “beyazlar ve siyahlar” olarak bir ayrıma uğraması, sahne performansı açısından çok uğraşılsa da, aynı havayı estirtmediği görülür ve grup 75’ ortalarında dağılır. Bu noktada devreye Sly and The Family Stone’un basçısı Larry Graham girer ve New York’un ana tren duraklarından birinden aldığı isimle Larry Graham Central Station grubunu kurar.
2 Temmuz 2010, İKSV’nin Şişhane’deki yeni binasında izlemeye şans bulduğumuz Larry Graham Central Station konserinin bu anlamda önemi çok büyüktü. Hem Woodstock Festival’inde çalmış bir müzisyeni en önden izlemek ve daha önemlisi, eski günleri aratmayan hızlı performansıyla bir an olsun bile seyirciyi dinlendirmeyen enerjik havası dillere destandı. Bass gitarıyla uyguladığı “slap” tekniğine şahit olmak ve Sly and The Family Stone’un en favori parçalarını seyirciye “Hangisini istersiniz?” demesi, geceye kattığı güzelliklerden sadece bir tanesiydi.
Ve işin matrak tarafı, yaşları kaç olursa olsun, SATFS’un tıpkı 60’ sonlarında yaptığı gibi, sahneye backstage’den değil, salonun kapısından beş kişilik tayfasıyla girmeleri seyirciyi daha da heyecanlandırdı. Larry Graham Central Station ayakta alkışlanacak bir performans sundu ve unutulmaz bir geceydi.
Konseri izlemeye gelen seyircilerin dans etmekle alakası olmaması, Larry Graham’ın bunu fark edip elinden geleni yapması (sahneden inip seyircilerin arasında çaldı, parçalara dinleyiciyi de katmaya çalışması sanki dört yaşında bir çocuğa yüzmeyi öğretmek gibiydi) ve komik derecede az insanın gelmesi bambaşka bir mesele.
Teşekkürler Larry!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder