Gece, üçü çeyrek geçiyor, açık kalan televizyonun ekranından görünen milyonlarca karıncanın hışırtı sesiyle uyanıyorum, uzattığım ayaklarımın dibinde yarım kalmış ton balıklı bir sandviç, yanında kocaman bir pet şişe, içine atılmış birkaç küllük, çizik plaktan duyulan cızırtı sesi ve korkunç bir baş ağrısı. Majezik, Cataflam, yarım tablet Prozac, fondip gazoz. Yalın ayaküstüne bastığım soğuk koridoru geçiyorum, uzaklardan bir yanıp bir sönen sokak lambası, zamansız aralıklarla öten birkaç köpek ve pikaptan devam eden cızırtı sesi. Işıkları açsam daha mı iyi olurum, uyumaya mı çalışsam, kibritler nerede, saat kaçtı, yarın ne yapmam gerekiyor? Olası bir depremde nereye sığınırdım acaba, her an deprem olabilir paranoyası, traş mı olsam, başım neden dönmeye başladı, acaba bu bir edebiyat yarışması mı? Çizik plakı elime aldım, üzerinden kalkan tozla birlikte hapşırdım, havaya milyonlarca baloncuk yayıldı, plakı kazağımla sildim, tekrar yerine koydum, başlat tuşuna bastım ve ortaya bu makale çıktı. Herkese merhaba.
Abbey Road’un zebra çizgileriyle sarhoş olan milyonlarca insanın maksimum desibel gürültüsüne tekabül eden 1963 senesinin sonlarında ortaya çıkan Liverpool Five grubunun hiçbir elemanı, adından zıt, Liverpoollu değildir. Doğma büyüme Londra’dan gelen beş elemanın neden Liverpool Five ismini tercih ettiklerini bilen yok. Şeytani yanım Beatles sarhoşluğundan istifade amaçlı olduğunu söylese de, yaptıkları “basit ve güzel” müzikle grup ismini anında unutturup müziğe odaklı bir tutumla kendini tanıtmayı başarıyor. 50’lilerin tüfeklerinden Chuck Berry, Eddie Cochran ve Gene Vincent tarzında kullanılan yoğun Amerikan Rüyası tadındaki “bluesy” tarafıyla Kinks, Hollies ve Small Faces gibi bir “yere yetişecekmiş gibi” acele eden “beat” müziğini en eğlenceli şekilde birleştiren Liverpool Five’ın hayatıma girmesi miydi uykularımı kaçıran? İngiltere dışında daha başarılı sayılan Liverpool Five’ın Hollanda, Almanya, İsviçre ve Avusturya turnesinden sonra Japonya’da düzenlenen Olimpiyat Yarışları’na davet edilmesiyle hop Amerika’ya zıplayarak kariyerlerinde taban yapmıştır. Temmuz 1965’te Los Angeles’ın Hollywood Bowl sahnesinde The Byrds ve The Beach Boys’un ön grubu olarak çıkmaları bize çok fikir veriyor. Umarım konser sonrasında Whisky a Go Go mekânına uğranmış ve Jim Morrison’ın kovulmasından hemen bir sene önceki müziğin California’da ne kadar eğlenceli (!) olduğunu görmüşlerdir. Bir British Invasion grubundan çok daha öte olduklarını inandığım Liverpool Five’ın She’s Mine parçasıyla kariyerlerinde yükselmiş ve ardından takip eden Let the Sunshine In ve Heart parçasıyla da içimi gıdıklamış, kafamı karıştırmayı başarmıştır ( plak She’s Mine parçasının solo kısmında takılı kalsaydı belki de mışıl mışıl uyumaya devam ederdim ).
Tadına doyamadığım psychedelic müziğin daha uzun seneler hayatımda olacağını gün be gün daha iyi anlıyorum. Sadece birkaç senede patlayan ve biten devasal bir üretkenliğin tozlu arşivlerinde bulmaya devam edeceğim bu gruplarından bir tanesi de The Cicadelics: We’re Gonna Love This Way parçası, plakın üzerinde yanlış yazılan PSYCHİDELİC SOUND etiketi, acaba bilerek yapılmış bir şey midir, yoksa “bir anda” patlayan üretkenliğin sarhoşluğuna mı kapılmıştır? Öyle veya böyle, grubun adı da ağzımızdan aynı telaffuzla çıksa da, parçanın yoğun fuzz, psych ve beat öğeleriyle kaplanmış olması, uykusuzluk adında insanın kendine yapacağı en kötü şeydir. Ama uykusuz kalmasını seviyor ve sabah akşam üç parçanın etrafında vakit geçirmekten memnunsanız, kulübe hoş geldiniz!
Fuzz ve psych demişken, haftayı kurtaracak uyumlu üçlünün tamamlanması adına, karşıma çıkan The Sparkles grubunun aynı sarhoşluğa kapıldığı kesin söylenir: No Friend of Mine parçası, “kızgın aylak” bir adama benzetmek zorunda kaldığım müzikle kendini dinletmeyi başarıyor. Garage türüne ucundan yanak almayı seven Sparkles tayfasının kariyeri tıpkı bir Brezilya dizisine benzediği için, o işlere girmeden, “son ses – kocaman kulaklık” ikilisiyle idare eden bir çıkış parçası diyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder