18 Eylül 2010 Cumartesi

The Soft Parade



The Doors’u albümüne göre değil, rastgele, kazara ve bilindik parçalarını dinleyen bir müzikseverin listesindeki kaç şarkı acaba The Soft Parade albümündendir? En iyi ihtimal iki parmağı geçmez, kötüsüyse, albümden haberi bile yoktur. Dinleyici kitlesinin dördüncü stüdyo albümünden beklentisi, belki de The Doors ile dinleyici arasında gerçekleşen yüksek derecedeki hassas ve mahrem ilişki ile anlaşılabilirdi. Ama albümün çıkmasından bu yana geçen kırk bir senelik serüvenden sonra, The Doors ve Rock çatısı altında ilgi alanını potansiyel bir anlamda devam ettiren kitlenin hala bu albümü “en kötüler” kategorisine koyması, bu makalenin çıkış noktasını belirleyecek ve en kısa yoldan bunun nedenini anlatmaya çalışacağım.

The Doors / Wild Child (1969)


Ama öncesinde belirtmek gerekir ki, The Doors, 1969’a gelindiğinde tabiri caizse “bekâretini kaybetmiş bir grup” konumuna girmiştir. İlk zamanlarında görülen ama zamanla çevreyi rahatsız etmeye başlayan Jim Morrison’ın tutumu, en başta olmak üzere grup içerisindeki ilişkiyi rahatsız etmiştir. İdare etmek, Morrison’ın anlayacağı üslup ve hareketlerle baş etmek, artık ne grup elemanların başvurmak istediği, ne de dinleyici kitlesinin şahit olmak isteyeceği bir durum haline gelmiştir, hele ki olaylı Miami konserinden sonra… Bu anlamda, The Doors’un 1966’da doyasıya sergilediği görkemli ve renkli Sunset Strip rüyası, yerini metalik, acı ve kızgın bir duruşa bırakarak belki de hippie counterculture ve altmışlar çatısı altında üretilen Rock müziğin ne kadar kısa zamanda başlayıp ne kadar kısa zamanda tüketildiğine dair bir fikir de vermiştir. Buradan yola çıkarsak, “bekaretini kaybetmiş grup” ifadesi, bir grubun artık gelişmesi, farklı şeyler denemeye çalışması veya eskisine nazaran daha kompleks müzik tercihlerine başvurması anlamına gelebilir; ama The Doors tayfasında bu prosedür başarılı bir sonla sonlanmamıştır. The Soft Parade albümünde, “gelişim” adı altında denenmiş farklı müzik kombinasyonlarına rastlarız. Sorun, müziğin tercihi değil, dinleyiciyi içine alamadığı gibi, inandırıcı ve ikna edici olmamasıdır.

Albümün favori parçası “Touch Me” klibinde görüldüğü gibi, The Doors tayfasının bir bando ekibiyle çalması dinleyicinin alışık olmadığı ve hiçbir zaman da beğenmeyeceği bir tercih olmuştur. Jim Morrison’ın Frank Sinatra hayranlığını ele alarak konuşursak, vokal tercihini üç albüme nazaran daha ağırbaşlı ve “görmüş geçirmiş” bir edayla söylemesi, parçalarda görülen ritimlerin uzun vadede sıkıcı olması ve bütün bunların yanında, sözlerin her zamanki gibi erotik, baştan çıkarıcı ve psychedelic türüne yakışabilecek şekilde yazılmasıyla oluşan bir uyumsuzluk da söz konusudur.

The Doors / Touch Me (1969)


Dört albümün çıkmasında büyük rolü olan gizli kahraman Paul Rothchild’in sabırla sürdürdüğü başarılı prodüktörlüğünü unutmamak gerekir. Zira The Soft Parade albümünden sonra “benden bu kadar” ayağı çekmiş, pılını pırtını toplayıp San Francisco’ya taşınmış, Koreli bir kadınla evlenip beş çocuk yapmış ve isimlerini The Doors’un parçalarından birkaçını vererek Jim Morrison’a karşı duyduğu aşk-nefret ilişkisini kendi çapında sonlanmıştır. Konuyu dağıtmadan geri dönelim.



The Soft Parade’in beğenilmemesi, tanınan bir grubu aynı şekilde tanımaya devam etmek istemekle bir ilgisinin olmadığını düşünüyorum. Evet, The Doors’u ilk albümünden keşfettiğim zamanlarına zıt bir havada kaydedilen albüme karşı duyulan öfkeyi anlayabiliyorum, ama Jim Morrison ve altmışlar çatısı altında, şöhret ve uyuşturucunun etkin olduğu bir endüstride The Soft Parade’in piyasalara sürülebilmesi, halen bana mucize gibi geliyor. Akabinde gelen iki albümün ( Morrison Hotel, L.A. Woman ) başarısının püf noktasını ilerleyen zamanlarda değinmek isterim; asıl soru The Soft Parade albümüne nasıl yaklaşmamız gerektiğidir: The Doors’un havasını az buz soluyan bir insan, Jim Morrison’ın vokalinde yatan hayvani, kızgın, yaramaz ve oyunsal havasını bilir, Ray Manzarek’in upuzun parmaklarından akan psychedelic ve bluesy ezgisine anında sakıt olur, uzun vadede The Doors’u diğerlerinden ayırmayı sever, çünkü işin içinde Jim Morrison’ın ayırt edici ve norm dışı haritası vardır ve hayat Morrison olduğu sürece anlamsız ama anlamlıdır.

The Doors Woodstock’a çağrılmaz, Soft Parade albümü, insanların üç sene içinde Doors hakkında bildiği her şeyi sıfırlayarak yeni bir sayfaya geçme çağrısı gibi algılanır, panik olunur, Jim Morrison medyaya “Jimbo” olarak tanıtılmaya başlanır, müzik fazlasıyla “denenmiş, üzerinde oynanmış, zorlanmış” olarak eleştirilir. Minimal, basit, temel, sade, çıplak, asıl, süslenmemiş ve samimi müziğin rengi kaybolmuştur. 1969, The Doors’u sevmez.



İkinci kısmın son şarkısı The Soft Parade toplam sekiz dakikalık bir kayıttan oluşur, parçanın tamamı farklı beş bölümle birbirinden ayrılır. Bir, Morrison’ın kaypak sesiyle açılır, iki, nara atmaya başlar, üç, açılış sekansına geri döner, dört, alışık olmadığımız yetmişlerin “space-era-disco” havasına bürünür ve beş, albümün ismi gibi, bir kabaret gösterisine girer gibi, gene kaypak ve gevşek bir piyano önderliğinde toplu vokalle sona erer ve akabinde “This is the trip, the best part, i really like,” diye parçanın geri kalanını aynı ritimde sürdürür ve bitirir. Bu, The End ve Light My Fire gibi parçalardan bildiğimiz üzere uzun bir parçadır ama parça kendinden kopuktur, herhangi bir dönüş veya tekrarlama olmadan, birbirinden tamamen bağımsız ve farklı bölümlere ayrılmış toplama bir şarkıdır.

Albümün üçüncü parçası Shaman’s Blues, en başından “sızlayan” bir gitar ile hipnotik caz beat arasında gidip gelen, kendini tekrarlamayı çok seven bir organ basla dinleyiciyi anında kendini çeker, fakat parça gene ikna edici midir?

Wishful Sinful, JA’de sık sık karşılaştığımız gibi, belirli bir duygusal haritası olmadan ama içindeki mahremiyeti utanmadan kitleye seslendirmekten zevk alan klasik bir “It’s all happening” çağrısıdır.

Ancak kırk sene sonra albüme konulan Push Push parçası keyiflidir, “kokteyl müziği” eleştirisini çok almıştır.

Yazıyı The Soft Parade albümünün ne kadar başarısız olduğunu söyleyerek bitirmek istemem. Sanırım karşımıza gene aynı açıklama çıkacak: Bu adamlar bunu böyle istedi ve böyle oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder