Geçen hafta, hiç ummadığınız insanların bile meraklı gözlerle NASA’nın açıklamasını dinlediğine şahit olmak ilginçti. Daha da ilginci, merakın ana kaynağının konuyla ilgili olmadığını, daha ötesinde, acaba Carl Saganvari bir senaryonun gerçekte olup olamayacağını görebilmekti: Yeşil başlı küçük adamlar ve belki de tek gözlü bir yaratığın gerçekten dünyaya gelmesi halinde, insanların ne tür durumlarda bulunacağını hayal etmek bile, başlı başına büyük bir hayal gücü eğlencesidir.
Alman-Japon ortak yapımı First Spaceship on Venus (1960), tahmin edilebileceği üzere, Dünyaya Venüs’ten gelen bir uzaylının başlatmış olduğu bir kaos filmidir. Tabii ki insanlarımız uzaylıyı izlemekle yetinmeyecekti: Kısa bir sürede inşaat edilen özel bir uzay istasyonundan Venüs’e giden on astronotun yaşadığı tuhaflıklar silsilesi ve merkezinde yatan korkunç bir hayal gücü, bizleri gene yapacağımız işleri unutturup kendi dünyasına götürecekti.
The Frozen Dead (1967), öte yandan bambaşka bir senaryoyla karşımıza çıkıyor: Laboratuarından çıkmayan deli bir profesör, yaklaşık elli ölü Nazi askerinin kafalarını bir tür soğutma makinesinde dondurup uyutuyor. Seneler sonra, üçüncü imparatorluğu başlatmak adına bu uyuyan kafaları başka insanların vücutlarına takıp tekrardan bir Nazi dönemi başlatmak istemesi, epik saçma bir hayal gücü konsepti altında izlenmesi gereken filmlerin başında geliyor.

Tekrar ediyorum: İzleyin, izlettirin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder