28 Şubat 2011 Pazartesi
60's London Top 20
Top 20 yapmanın en güzel yönü, korkunç bir arşiv hazinesiyle baş başa kalmanın getirdiği bir mutluluktur; sancılı tarafı, bu hazinenin içinden çıkan sayısız parçayı yirmi parçanın içine sokamayıp eleme tarafıdır. Belirli bir dönem ve şehir arasında gidip gelen bu liste, belki de hepimizin başka konular için yaptığımız listelerden sadece bir tanesidir.
‘Swinging London’ akımı hızlı ve kısaydı, yarattığı moda ve müzik, Londra’nın merkezinde gerçekleşen bir dönemin en ilginç on senesini sundu. Arkasında bıraktığı sayısız parça, günlük hayatın en pratik taraflarına yansıdı: Mor puantiyeli duvarları aydınlatan rengârenk spot ışıkları, bir şehre ait olmanın en güzel yönlerini gösterdi. Londra, Avrupa için bir ilham kaynağı haline geldi, durdurulamayan bir üretim, eğlence ve uyuşturucu dalgası başladı. Gelenekçi ailelerin çocukları, kuşak farkını potansiyel bir şekilde en etkin yönleriyle hissettirdi ve tabuların kırılması adına, Londra, belki de bu farkın başını çeken en önemli yerdi.
20) The Syn – 14 Hour Technicolour Dream (1967)
Londra’nın 67’ senesine damgasını vurduğu ‘The 14 Hour Technicolour Dream’ konser salonuna göndermesini yapan The Syn tayfası, ‘British Underground’ çatısı altında ürettiği hit parçalarla bilinmektedir. ‘Psychedelic’ ve ‘Space Rock’ arasında gidip gelen parçanın naif tarafıysa çok sık rastlanmayan türdendir.
19) Peter Reeves – Loneliness of London (1969)
Aslen tiyatro oyuncusu olan ve uzun bir süreliğine devlet tiyatroları için oyunlar yazan Peter Reeves, 60’ların sarhoşluğuna kapılıp beste yapma arzusu içinde yükselmiştir. Kendisi pek bir ‘janti’, pek bir kibardır; çıkardığı parçaysa orta yaşlı kadınların bayılıp dinlediği kült şarkıların arasındadır.
18) Sweet Thursday – Gilbert Street (1969)
Sweet Thursday tayfasının ‘progressive rock’ müzik yapma tutkusunun belki de nadir bir şekilde ‘slow music’ tarafına kayıp referans olarak Londra’yı anlatıyor olması, hiçbir özelliği olmayan Gilbert Street’te yaşayan ahaliyi halen heyecanlandıran bir parça olarak akıllara kazınmıştır.
17) Jethro Tull – Jeffrey Goes To Leicester Square (1969)
Sulu sepken bir havada iğneyle kuyu kazar gibi gelişen bir kültürün arka sahnesi, gece yarısına doğru müzikallerden çıkan insan güruhu ve tepeden kendilerine bakan Jethro Tull tayfası: Ian Anderson’ın tek ayakla durduğu sahnenin altında koca Londra, henüz karşılaştıkları parçanın mutluluğu ve başka şeyler.
16) The Creation – Painter Man (1967)
60’ ortalarına kadar Londra’da devam eden ‘Mod-Subculture’ akımının belki de en eğlenceli adamlarından biri olan Creation tayfası, ‘freakbeat’,‘power pop’ ve tabii ki ‘psychedelic’ türlerini ‘kendince’ harmanlayarak bir tür konsept sunmasıyla müziğin ötesindeki dünyayı işaret eder. Parçanın ‘marşımsı’ havası ve arkasında saklanan yoğun bıkkınlık duygusu, belki de Londra’nın başını çektiği sosyal yaşantı değişiminin en iyi örneklerinden biridir.
15) Bert Jansch – Soho (1966)
“İngiltere kendi Bob Dylan’ını buldu!” manşetinden bu yana çok zaman geçmiş olsa da, İskoçyalı olmanın getirdiği dayanılmaz mutluluk, belki de kendisini başarı olarak Londra’ya getirmiştir. Britanya ve folk kelimelerinin yan yana durması alışkın olduğumuz bir şey olmasa da, sade ve samimi sözleriyle Soho semtini arada bir hatırlatır.
14) The Rose Garden – Next Plane To London (1967)
California çıkışlı The Rose Garden’ın kariyeri bir seneden ibaret olsa da, ‘Swinging London’ tarzını Amerika’da çalan hevesli gruplardan biri olarak görülebilir. Müziğin tuhaf bir şekilde ülkelerden ülkelere ulaşması ve bir tür değiş-tokuş ile birbirine bağlanan çeşitli modaların en umulmadık türlerle hayat bulması, ilham almanın ötesinde, belki de müzisyenlerin farklı modalara karşı duyduğu haz ve meraka göz kırpmasıyla “cici” bir parçadır.
13) David Bowie – Memory Of A Free Festival (1969)
Parçanın 1970 senesinde piyasalara sürülmesinden kısa bir süre sonra beklenen gerçekleşmedi ve şarkı büyük bir hayal kırıklığı uyandırdı. Cream gibi diğer müzik dergilerine göre daha dürüst yazan yazarlar bile, hayal kırıklığın albümün satın alma adetine göre değil, Bowie’den beklenilen beklentilerin karşılanmadığını yazmış ve uzun süreliğine “Bowie Rock müzik yapsın mı, yapmasın mı?” anketiyle boğulmuştur. Ama onun ötesinde, parçanın 1969 senesinde Londra’da yapılan bir açık hava festivali hakkında olması ve aslında sözlerin samimi olmasıyla listenin on üçüncü sırasında olması gerektiğini düşündüm.
12) Bulldog Breed – Friday Hill (1969)
60’ sonlarında “Mod-Subculture” akımı eskisine nazaran modasını kaybetmiş olsa da, Bulldog Breed tayfası bir çeşit cesaret ve tutkuyla devam ettirdiği kariyerini ‘pop-psychedelia’ türüyle Londra’nın merkezine yerleşmiş ve kısa bir süreliğine de olsa, binlerce kızın halen çığlık atabileceğini göstermiştir. Parçanın özünde hissedilen ‘Londravari’ melankolizm, belki Britanya’da yaşamayanlar için sıkıcı olabilir, ama bir çeşit empatiyle halk ve müziğin neden bu kadar içine kapalı ve aynı zamanda açık olabileceğini gösterir.
11) Tony Crombie and His Rockets – London Rock (1960)
“Don’t need Manhattan, just give me Leicester Square!” dizesi 60’ başlarında Londra’da yaşayan müzikseverlerin uzun zamandır duymak istediği tek cümle olabilirmiş. Caz davulcusu Tony Crombie, henüz Beatles çılgınlığının başlamadığı dönemde yakaladığı başarısını muhakkak iyi bir bestekâr olmasına borçluydu.
10) Small Faces – Itchycoo Park (1967)
İngiltere’nin gurur kaynağı, yaramaz elemanları Small Faces. 67’ yazında piyasalara sürdükleri Itchycoo Park parçası, uzun bir süreliğine listelerin bir numarasını zorlamıştır. Psychedelic pop alanında en eğlenceli adamlardır ve Londra’nın 60’larını en güzel şekilde bizlere anlatır.
9) Canned Heat – London Blues (1970)
Efsane albüm Future Blues’a dâhil olan London Blues, Alan Wilson’ın mükemmel vokaliyle blues ve Londra kelimelerini yan yana koyarak müzik eleştirmenlerini anında tavlamıştır. “Ne ararsan var!” dedikleri şey, belki de bu parçada saklı.
8) The Beatles – A Day In The Life (1967)
Listede Beatles sevimliliği olmasın, ancak 60’ların ikinci yarısında başladıkları psychedelic tercihleriyle müzik dünyasının kafasını bir kez daha karıştırmıştır. A Day In The Life, spontane Londra hayatına bir tür eleştiri olarak, uzun süreliğine ses getiren efsane parçalarından biridir.
7) The Who – Pinball Wizard (1969)
Tommy albümünün vazgeçilmez parçası, The Who’nun kabare gösterisini hatırlatan havası ve arka planda duran kocaman, kıpkırmızı Londra otobüsleri. Dokuz dakikalık Pinball Wizard parçası bizleri uzun bir yolculuğa çıkarır ve çok da eğlencelidir.
6) Donovan – Sunny Goodge Street (1965)
Adı üstünde, Goodge Street sokağını anlatan güzel bir parçadır. Donovan’ın temiz vokali, nadir görülen güneşli Londra’nın rengârenk tarafını yansıtır.
5) The Kinks – Waterloo Sunset (1967)
The Kinks tayfasının sahici mutluluğu, Waterloo Sunset parçasında müzikte aradığımız basit istekleri karşılar: Basit olması, bir şekilde dinlendirmesi ve arkasına devasal bir dinleyici kitlesini alması, her şeyi sadece daha güzel yapmaktadır. Her ne kadar Beatles çılgınlığından muzdarip olsalar da, The Kinks, Mod akımının en önemli öncüleri olarak Londra’nın en önemli gruplarından biridir.
4) The Zombies – She’s Not There (1965)
‘Swinging London’ modasının en klasik parçası, The Doors’a benzeyen piyanosu ve Mod akımının son nefesleri: Uzun etekleriyle mor spot ışıkları altında dans eden yüzlerce insan, geride bıraktıkları güzel zamanlarının bir kanıtı olarak, dört numarada!
3) Petula Clark – A Foggy Day (In London Town) (1965)
George Gershwin’in 1937 yapımı A Damsel in Distress filmi için bestelediği parça, bir çok müzisyenin yaptığı gibi, Petula Clark tarafından da söylenmiş ve parça 60’ ortalarında bir kez daha hit olarak listelere girmiştir. New York’a karşı gelişen şehir kompleksini yaşamayı reddeden gelenekçi Londra kesimi, bir tür marş olarak benimsedikleri A Foggy Day In London Town parçasını, gerçekten de listelerden indirmeyi hiç ama hiç sevmemiştir.
2) The Rolling Stones – You Can’t Always Get What You Want (1969)
Chelsea semtinde ikamet eden bir eczaneyle başlayan hikâyenin Mick Jagger tarafından kaleme alınmış en standart, klasikleşmiş parçalarından biri olmasıyla listenin ikinci numarasında! Let It Bleed albümünün kapanış parçası, bir şehre ait olmanın zorluğu arasında, Rock müziğin aynı zamanda bizleri ne kadar üzebildiğini de gösterir.
1) Van Morrison – Slim Slow Slider (1968)
Ladbroke Grove, yağmur ve Londra. Astral Weeks albümünün en ‘derin’ parçasını, alışık olduğumuz Van Morrison’ın metalik sesiyle dinleriz, bir şeyler anlatır ve dinleyiciyi içine alır. Kanımca Londra ve bir kız hakkında yazılmış en acıklı parça, listenin bir numarasında.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder