60’ sonlarında (özellikle Oxford Street üzerinde hevesli amatör gruplara yer veren iddiasız kulüplerin 70’lerde artış gösteren dönemine denk) British psych türünün çaktırmadan punk türüne geçişi oldu olası ilginç gelmiştir. Punk müziğini Sex Pistols’dan arıtılarak kabullenmek haksızlık ve zor bir şey olsa da, salt ‘nefret’ ve ‘protest’ kalıbı üzerinden yapılmadığını, hiç tahmin edemediğimiz karışımlar sayesinde, büyük bir tesadüf ve şans eseri sonucu dönem, mekân ve zaman bakımından Londra’nın merkezine ait olması belki de her şeyi daha da ilginç yapmaktadır. Başka deyişle, 60’ ortalarında nükseden psych / garage / punk müziği ‘alışık olmadığımız’ ve ‘kulak sporumuzun yaşadığımız yer ve zaman bakımından oldukça değişken bir şey olduğunu kabullenerek’ belki çok kişiye hitap etmediğini kabul etmek lazım. Türün ve müziğin ötesinde yatan sayısız grup ve hikâye, bir çıkış yolu olarak senaryoyu sadece daha güzel yapan ve belirli bir haritası bulunmayan müzisyenlerin ‘denemiş olduğu’ kısa bir dönemin küçük kıvılcımlarıdır.
The Deviants, 1967’de çıkardıkları ilk albüm ‘Ptooff!’ ile dikkatleri üstlerinde toplamıştır. 60’ ortalarında gazeteci olan ve sonradan Deviants tayfasını bir araya getirerek üç sene vokal yapan Mick Farren hala aramızda ve grubun turneleri uzun aralardan sonra tekrar başlamıştır. 68’de ‘Disposable’ ve 69’da ‘The Deviants 3’ albümünden sonra solo olarak çalışan Farren, belki de The Deviants grubunun 70’lerde ‘proto-punk’ türüne yanaşmalarına öncü olmuş ve sessizce gruptan ayrılmıştır. Bu bakımdan bir ‘Rock Band’ hikâyesinden bahsedemeyiz, daha çok Mick Farren’in bir tür tek başına çıktığı ‘küçük Rock yolculuğuna’ şahit oluruz.
The Deviants - Charlie (1967)
Aralarından en çok dikkat çekeni ilk albümden olan ‘Charlie’ parçası: Albümün merkezinde yatan deneysel psychedelic öğeleri başka parçalarda ‘rahatsız edecek miktarda’ kullanılmış. Arada bir ‘storyteller’ görevi üstlenen Mick Farren’in ‘Charlie’ parçasında yoğun blues ve sade (standart) rock öğeleriyle gitmiş olmasıysa, gözümde iyi bir albümün en iyi parçası olmuştur.
Bir başka dikkat çeken grupsa The Lemon Drops: 1966 çıkışlı grup sadece üç sene çalmış olsa da, geriye iki ‘hit’ parçayla (‘It Happens Everyday’ – ‘I Live In The Springtime’) isimlerini arada bir hatırlatıyorlar. “Crystal Pure (The Definitive Collection)” isimli toplama albümlerinde (b-sides parçaları dâhil) yaklaşık yirmi beş parçayla grubun kendisini değil, ancak 60’lardan özlediğimiz karakteristik özellikleri hatırlatarak kendini bir şekilde dinlettiriyor.
The Lemon Drops - It Happens Everyday (1967)
Grubun üç sene içinde oluşan hikâyesi başka gruplardan pek de farklı değil, alışılmış bir kronolojik sıranın izlerini takip eden ve üç sene içinde iyi-kötü bir şekilde bir şeyler yapmış olan The Lemon Drops, 65’te uzun saçları yüzünden okudukları okuldan atılmış ve 66’da Chicago’dan San Francisco’ya gitmişlerdir. Tabii ki ‘uzun saçları yüzünden’ mazeretinin ötesinde yatan asıl neden, kanımca o zamanlar Chicago’nun ‘blues’ çatısı altında pek de başka bir müzik yapılmadığını ve ismini duyurmak isteyen bütün müzisyenlerin San Francisco’ya gitmek istediğini, zaman ve mekân olarak bir tür “orada bulunmalıyız, ne yaparsak yapalım, orada bulunmalıyız!” klişesinin San Francisco için doğru olduğuna şahit oluyoruz. Ve tabii ki devamında ‘Summer of Love’ çatısı altında müzik üretip ismini daha olgun bir mekânda duyuran The Lemon Drops, aslında başka gruplardan kendini ayırmayan ve 60’ların standart çalgı ve tercihleriyle ‘iyi psychedelic müzik’ sunan binlerce gruptan sadece bir tanesidir.
Byron Lee and The Dragonaires - Green Onions (1965)
Üçüncü kayıt ise Byron Lee and The Dragonaires’in Booker T and The Mg’s grubuna ait olan ‘Green Onions’ parçasına olan yorumudur. Byron Lee ve ejderhaları, parça bir kenara, Jamaica’lı olup Amerika’daki müzik piyasasına ‘Carribean music’ olarak girmiş ve tanındık parçaları kendi coğrafyalarının yorumuyla tanıtan bir önayak grubu olmuştur. Bu bakımdan ayrı bir öneme sahip olan Byron Lee, henüz üç sene önce vefat etmiştir ve sayısız albüm ve kayıtlarla bizleri bir kez daha tozlu raflara sokmuştur. Ska, reggae, calypso ve Trinidad Tobago’ya ait olan ‘soca müziğini’ hit parçalara harmanlayarak kariyerleri boyunca aynı çizgide kalmış olmaları şapka çıkarılacak bir tercihtir.
Dinleyin, dinlettirin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder