Uzatmadan başlamak istiyorum:
4 Kasım Perşembe günü bir trafik kazası geçirdim. Kontağı çevirişim, radyonun sesi, güneş gözlüklerimi takışım, hafifçe arabayı yola sokuşum ve havanın o gün ne kadar güzel olduğuna dair ufak düşüncelerim, biraz fantezi, biraz hayal, biraz ıvır zıvır, her şey sıradandı. Okula gitmek üzere Seyrantepe Türk Telekom Stadı’nın yanındaki TEM’den, olabildiğince sağ şeritten ilerliyordum. Tır ve kamyonetlerin sağ şeritten gidişi, bir şekilde beni sol şeritlere doğru gitmemi gerektirdi ve aynı hızla, altı şeridin beşincisinde, tek çizgi ilerlemeye devam ettim. Bir süre sonra tekrar sağ şeride geçmem gerektiğini hissettim, üçüncü şeride geçtim ve Okmeydanı-Taksim-Kemerburgaz sapağına yaklaştığımı anladım. Sapağa girmek için bir şerit daha değiştirmem gerekiyordu, bu yüzden olabildiğince sağ tarafa yaklaşmaya çalıştım, arkadan gelen arabalar buna olanak vermiyordu ve sapağı kaçırmak üzereydim. Sağ ön çaprazımda ilerleyen kamyonetin arkasından gidebilirdim veya sapağı boş verip bir ilerideki sapaklara da sapabilirdim. Bir hışımla, bunun mümkün olabileceğini, biraz daha hızlı gidersem kamyonetin önünden geçebileceğimi düşünerek gaza daha fazla bastım. Birkaç saniye sonra kendimi belki de beş-altı defa dönen ve kontrolden tamamıyla çıkan bir arabanın içinde buldum. Şehir, asfalt, milyonlarca araba, her şey, hızlı ve kesik kesik, bir tür rüya gibi görünmeye başladı. Önümdeki bariyerlere hızlı bir şekilde çarpacağımı anladım ve tutmakta olduğum direksiyonu daha sıkı tuttum. Küçücük ve kısacık bir umutla, bu çarpışmanın arabayı durduracağını düşündüm. Hayır, korkunç bir güm sesiyle çarptığım gibi, biri tarafından altı şeridin ortasına bırakılmış gibi, kontrolsüz bir şekilde geriye savruluyordum. Başımı sağa tarafa çevirip çarpan bir arabanın gelip gelmeyeceğini, sevdiklerimi, geçmişimi, planlarımı ve hiç bir şeyi düşünmeye zaman bulamadığımı anladığım an, belki de o her şeyin hızlıca geliştiği anların içinde, ölmek istemediğimi düşündüm.
Kısa bir süre sonra bir rüyadan uyanmış gibi, yavaşça ve teker teker yanımdan geçip bana hayret ve şaşkınlıkla bakan insanların surat ifadesinden kazanın bittiğini anladım. Renkler, sesler ve görüntüler geri gelmeye başladı, üzerime düşen cam parçacıklarını silkeledim ve uzaklardan iki tane polis arabasının geldiğini gördüm. Gerisi fasa fiso ve bunun edebiyatını yapmak istemiyorum. Sadece çok korktum.
Öte yandan, tıpkı her şeyin sıradan göründüğü bu günlerde olduğu gibi, beş yaşında bir çocuk annesinin “Sakın odama girme!” yasağını kırdığı bir cesaretle, tozlu rafların arkasına gizlenmiş plaklar buluyor ve onlarla ne yapacağını bilmiyor. Onları bir süre tutuyor, kenarlarına dokunuyor, içini açıyor, tozlardan birkaç defa hapşırıyor, kapaklarına bakıyor, eliyle üzerinde gezdiriyor, fotoğraflara tekrar bakıyor, sol gözünü kapatıp sağ gözüyle plakın ortasındaki delikten karşısına bakıyor, sonra onu tekrar yerine koyuyor ve bunlarla ne yapacağını bir türlü anlamıyor. Aynı günün gecesinde plakların ne işe yaradığını düşünüyor, kendisini rengârenk kapakların içinde hayal ediyor ve uyuya kalıyor.
Ertesi gün aynı suçluluk duygusuyla kendisini annesinin odasında buluyor ve tekrar plakları çıkarıp, bu sefer onları en sevdiği kapak sırasına göre yan yana diziyor. Belki de yaşamakta olduğu suçluluk duygusu ve yasağı kırmanın getirdiği bir tür arzu içinde, onları sahiplenmek, tıpkı her çocuğun oyuncaklarla kurduğu ilişki gibi, amaçsız bir şekilde sadece zaman geçirmek istediğini anlıyor. Kısa bir süre sonra uyuya kalıyor ve annesi onu plakların üzerinde yatmış bir halde buluyor. Sessizce bir plak seçiyor, pikabın yanına gidiyor ve en sevdiği parçasını dinlemek üzere kanepesine uzanıyor ve gözünü çocuğundan ayırmadan kısa bir süre sonra o da uyuya kalıyor. Sonra çocuğun babası geliyor ve aynı odada uyuya kalan karısı ve çocuğuna bakarak pikabın yanına gidiyor, sesi kısıyor, çocuğu kucağına alarak yatağına götürüyor.
Aradan seneler geçiyor, çocuk büyüyor, anne-baba yaşlanıyor, kavgalar oluyor, sevişmeler devam ediyor. Birbirine sıkıca bağlanan kocaman ve geniş renkler, üzerinde yattığı plaklar, tanıştığı insanlar, yediği en güzel yemek, yaşadığı en dramatik olay, sevdiği kız, omzuna aldığı arkadaş, girmeye tereddüt ettiği deniz, yaşadığı en güzel yaz, kör kütük sarhoş şekilde söylenen parçalar, ilkleri ve sonları, başlangıçları ve sonuçları, bir takım şeyler ve şeyler oluyor ve hayatı çok seviyor.
Yazmanın yıkanmak olduğunu kabul edebilirsek, bu gece temizlenmek istedim.
Umarım bir şeyler anlatabilmişimdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder