Londra’nın 60’lar mirası belki de ilk defa karanlık bir perdenin arkasına bakma cesaretini gösterebiliyor. Manchester çıkışlı Oasis grubunun bir şekilde kendilerini Beatmania kültürüne dâhil eden Noel ve Liam kardeşlerinin geçen sene aktif Oasis kariyerine son verip ayrıldıklarını biliyoruz. Liam Gallagher, İngiltere’de şişirilmiş ve sınır tanınmamış egosuyla bu günlerde tekrar karşımıza çıktı ve görünen o ki çıkmaya da devam edecek. Geçen hafta Beady Eye grubunun sitesinden bedava olarak indirdiğimiz Bring The Light parçasını bin bir beklentiyle dinledik, yorumladık, tartıştık. Beklenen gerçekleşmedi ve şarkı büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Sıradaki soru ve merak, albümün nasıl olacağı ve Beady Eye grubunun hangi kafalarda gezinerek dinleyicisiyle bir ilişki kuracağıdır.
Beady Eye / Bring The Light (2010)
Tabii ki kimse bir Wonderwall beklemiyordu ama sanırım Oasis dinleyicisi, özlemekte olduğu eski kızgın, kaypak, sarhoş ve bir şekilde Brit olarak tanımlayabileceğimiz post-Beatles modasını bulma peşindeydi. Derdimi cümlelerle anlatmak yerine, biraz Liam Gallagher’ı anlama niyetine maddelerle açıklamak istiyorum.
1)İngiliz basınının senelerdir Oasis grubunu Beatles ile karşılaştırma merakını haklı ve mantıklı buluyorum. Bu bir müzik türü değerlendirilmesi olarak algılanmamalı, daha ötesinde, aktif kitlenin Beat kültürü karşısında senelerdir teslimiyetçi ve fanatik bir tutum içinde davranmasıyla ilgilidir. İngiliz kültürü bunu seviyor ve buna ihtiyacı var; ego meselesi sadece sanatçılar için geçerli değildir, bir Adaya kapanmış kültürün “dışarıdaki” dünyaya gururla göstermeyi sevdiği bir alt kültür meselesidir. Liam Gallagher bunu kullanmıştır ve kanımca gayet de başarılı olmuştur.
2)Oasis ve Blur gibi gruplarda ilk defa karşılaştığımız Britpop akımından sonra, Beady Eye bir akımın öncüsü olmak yerine, 60’ kuşağının eski tüfeklerinden The Who, Kinks ve inatla parmaklarını piyanodan çekmeyen tercihleriyle Gene Vincent tarzıyla karşımıza çıktı. Arka fonda üçlü kadın vokal tercihi yerinde, doğru ve anlaşılır bir şey. Bu anlamda Liam, aslında John Lennon obsesifliğini tekrar bize gösteriyor ve daha önemlisi, bundan utanmadığını ve bunu sevdiğini gösteriyor. Bunda yanlış bir şey göremiyorum ve çok da yakışıyor.
3)Beady Eye üzerine konuşmak için henüz çok erken. Unutmayalım ki çıkış parçası olarak piyasalara sürmemişlerdir Bring The Light parçasını, daha ziyade “acaba ne tepki alacağız” merakı etrafında gezinmişlerdir. Şimdiden bir sürü tepki ve düşünce bombardımanına uğrayan Beady Eye tayfası, aslında istediklerine ulaşmaya başlamışlardır: Beady Eye üzerine konuşturmak ve konuşturmak.
4)İster kızın, ister artist deyin, Liam Gallagher günümüzün müzik sektöründe istediğini yapma lüksüne sahip birçok vokalden sadece biridir ve bunu tabii ki istediği gibi kullanacaktır. Başka bir ifadeyle, uzun vadede Oasis dinleyen aktif kitle, parçayı ilk dinleyişte bir hayal kırıklığına uğrasa da, ertesi gün farkında olmadan parçayı bir daha dinleyecek ve ona alışmayı öğrenecektir. Liam’ın sektöre tekrar geri dönmesi, başlı başına bir heyecan ve beklentidir, bunu da hesaba katmak gerekir.
5)Bunun yanında Liam, Pretty Green isimli markasını geçen Haziran ayında piyasalara sürmüştür. Carnaby Street’in hemen girişinde karşıma çıkan Pretty Green dükkânına girmek tabii ki heyecan verici bir şeydi ve kıyafetler çok güzel. Fiyatların astronomik düzeyde pahalı olmasıysa anlamsız ve gereksiz, ama dediğim gibi, Oasis, son on senedir kitleyi meşgul eden röportajları ve bir şekilde “yaşam tarzı” satmalarıyla İngiltere’de bir tür meşruluk kazanmışlardır. Beatles’ın Rubber Soul kapağındaki fontuyla aynı olmasıysa sadece koca bir fikir vermelidir bize.
Liam Gallagher, iyi ki aramıza geri döndün. Beady Eye grubunun, önümüzdeki aylarda bizi 60’ların İngiltere’sine götüreceğine inanıyorum. Beğenin veya beğenmeyin, bu adamlar bunu böyle yapmak istiyor ve bir dinleyici olarak, Bring The Light parçasının iyi olduğunu düşünüyorum.
Pretty Green: http://www.prettygreen.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder