25 Nisan 2010 Pazar

Buffalo Springfield Again



Hunter S. Thompson’ın 1971 yılında yazdığı “Fear and Loathing in Las Vegas” kitabını bilmeyen yoktur. Kitabın bir yerinde Raoul Duke, otelinin odasında gecenin bir vaktinde uyuşturucunun etkisindedir ve yazı yazmak üzere masasının başında oturmaktadır. Dışarıdan gelen boğuk uğultuyu dinler, kâh bir çığlık, kâh sesi pek seçilemeyen iki-üç kızın kahkahası ve arka planda bütün gecedir çalan aynı şarkı. Değişime aç bir kuşağın oku çoktan atılmıştır bile, şanslı olanlar okla birlikte tam hız ilerlemektedir, şansız olanlar okun bir yerinden tutunup biraz olsun bu kuşağın parçası olmak istiyordur. Klozetin içinden çıkan hapların şekerleme niyetine ağızlara atıldığı, arka ceplerden yarım kalmış sarma sigaraların içildiği ve zevk nefeslerinin utanmadan şehrin merkezine ulaştığı gecelerden bir tanesinde, Raoul Duke bütün bunların ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir, ama “zor çocuk”u oynamayı çok sevmiştir bir kere, o yüzden geriye kalan tek şey bu kuşağı sorgulamaya devam edip uyuşturucularla sessizce muhabbet etmektir.

Neil Young’ın “I’m a dirty old man,” diye haykırmasından ve Crosby Stills Nash and Young’ın Woodstock semalarında “Wooden ships on the water, very free and easy” şeklinde sabaha kadar yattıkları göle doğru üflemelerinden daha gerilere gidelim: 1967 senesinin Ekim ayında çıkardıkları ikinci stüdyo albümü Buffalo Springfield Again, belki de yaşanmakta olan yaygaranın içinde “kendi halinde müzik yapmaya çalışan” beş adamın hikâyesini anlatmıştır bize. Onları sessizce tanıdık ama ayrılmaları bir hayli gürültülüydü, zira grubun dağılmasından sonra Neil Young sahnelere tek başına çıkarak bir nevi Bob Dylan gibi bir müzisyene en güzelinden göz kırpmış ve daha sonrasında Crosby Stills Nash and Young grubuna katılarak “işlerin aslında o kadar da kötü gitmek zorunda olmadığını” göstermiştir.

Buffalo Springfield’in müzik piyasasında sadece iki sene kalmış olması tabii ki üzücüdür, ama bunun nedenini bir şekilde grubun elemanlarında aramak gerekir. Zira grupta yer alan ve henüz kendini yeterince tanıtamamış Neil Young, Stephen Stills ve Bruce Palmer gibi müzisyenlerin “kariyer açısından müziklerine tam olarak odaklanamamış” olmaları bir neden olarak görülebilir. Başka bir deyişle, Buffalo Springfield bir nevi dört sene sonra tam olarak başlayacak olan Crosby Stills Nash and Young grubunun “yan grubu” olmaktan öteye gidememiştir. Burada kimsenin suçu yok, ama bir noktadan sonra ne kadar 60’ların çemberi etrafında dönerseniz dönün, kariyer basamaklarında yükselmenin yarattığı prosedürden kaçamazsınız.

Ve tabii ki bunun yanında, folk türünün Buffalo Springfied’in çıkış dönemine paralellik göstererek yavaş yavaş kendisini (Bob Dylan, merhaba bu arada) elektrogitara bıraktığı döneme tekabül etmesi, bir anlamda Neil Young ile Stephen Stills’in daha büyük projelerde yer almasına olanak açarak Buffalo Springfield’in dağılmasına sebep olmuştur.

Buffalo Springfield / Mr Soul


Albümün birinci kısmı, ilk şarkısı olan “Mr. Soul” şahsen en başarılı parçadır. Buffalo Springfield’in varlığını çok ön plana koymadan ve fazla uzatmadan, şarkıya bir an önce başlayıp sona doğru ilerleme peşinde olmayan ama söyleyecek bir ton sözü olan “cool” bir şarkıdır. Başka bir deyişle, parça sanki yaralıdır, kötü bir deneyimin süzgecinden geçmiştir ve işin eğlencesinde değil, bir an önce söylemek istediğini ifade edebilme derdindedir. Bu açıdan Steve Stils’in çekinmeden gitarına abanıp sözlerini Neil Young ve Richie Furay’e devretmesi ve bunun sonucu olarak ortaya folk türünün Bob Dylan’dan sonra dinleyiciye sunulmuş en etkin elektro – folk performansı çıkması, bu adamların ne kadar iyi çaldığına işaret eder.

Üçüncü parça “Everydays” başarılı bir blues – folk bileşimidir, tıpkı gecenin bir vaktinde bir bar taburesinde oturan yaşlı bir adamanın açık kalan televizyonda takımının aldığı yenilgiyi sarhoş bir halde izlemesi gibi, parçanın kendisi yenilginin ve vurdumduymazlığın tatlarını tattırır, hoş bir zevk alma duygusudur.

Buffalo Springfield / Expecting to Fly


Dördüncü parça “Expecting To Fly”, aç bir jenerasyonun peşinden kovaladığı uyuşturucu dalgasının buyurduğu ütopik gökkuşağı gibidir; hatta biraz daha abartayım: Belki de Scott Mc Kenzie’nin “If You’re Going To San Francisco” parçasından bile daha etkili bir şekilde 60’ kuşağını anlatan parçadır. Çünkü dönemin sarhoşluğuna fazla kapılmadan, mensubu oldukları kuşağın birer sözcüsü olarak bu kuşağın hikayesinin nereye doğru gittiğini bir şekilde anlatmaya çalışırlar. Ve bir anlamda, sözleri bakımından zor bir şarkıdır, ama bir kere dinlenildi mi, kolay kolay vazgeçilmez bir parçadır. En azından herkesin listesinde bulunması gereken bir parçadır diyeyim.

Yedinci parça “Sad Memory” Buffalo Springfield’in folk türüne olan sadakatini gösterir; sakin bir parçadır, içerlerde bir kırgınlık hissedilir ve bir aşk şarkısının ötesindedir.

Buffalo Springfield / Good Time Boy


Tabii ki de hemen sonrasında gelen ve tamamen zıt bir yorumla bir anlamda Sonny and Cher’in “The Beat Goes On” parçasını hatırlatan girişlerle “Good Time Boy”, lezzetine doyum olmaz.

O halde bu makale bize ne anlattı? Buffalo Springfield’in toplam üç albümünden ikincisi olan Buffalo Springfield Again belki de büyük bir başarı öyküsünün gölgede kalmış sahnesidir. Belki de “aç kuşağın” fırlattığı okun ulaşacağı noktasına çoktan ulaşmış ama kendisini yeterince dinletememiş bir grubun hikâyesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder