24 Haziran 2011 Cuma

18. İstanbul Caz Festivali / 1–19 Temmuz

İstanbul Kültür Sanat Vakfı önderliğinde gerçekleşen İstanbul Caz Festivali, her sene olduğu gibi bu sene de karşımıza yoğun bir programla çıkıyor. Geçen seneden hafızamda kalan İKSV Salonun samimi ortamı ve ‘sağlam’ sanatçıları, eğlenceli ve ‘baymayan’ süresi, düzenli programı ve organizasyonuyla herkesten tam puan almıştı. Yaz sezonunun açılmasıyla beraber Müzik Festivaliyle bir tür kulak sporumuzun sezonunu açtıran İKSV, pastanın üzerindeki kirazını da Caz Festivali’yle sağlamaktadır.

1) Tribute To Miles: Herbie Hancock / Wayne Shorter / Marcus Miller / 7 Temmuz Perşembe 21.00 / Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava
Caz dünyasının ağır toplarının Miles Davis anısına aynı sahneye çıkacak olması başlı başına bir şölen ve heyecan yaratıyor. 1964’te dördüncü albümünü (Empyrean Isles) piyasalara süren Herbie Hancock’un ‘Cantaloupe Island’ parçası, kuşkusuz kariyerinin en önemli şarkılarından bir tanesi haline gelmişti. Caz standardını oldu olası koruyan Hancock, belki de 60’ dönemi caz dünyasında çığır açan ve bu konuda beş parmağı geçmeyen önemli müzisyenlerden bir tanesidir.

Herbie Hancock / Cantaloupe Island (1964)


Bunun yanında, 50’ ve 60’ların en yetenekli virtüözlerinden biri olan Wayne Shorter’ın da kariyeri bir o kadar ilginç ve dolu geçmiştir: 50’lerde Art Blakey’nin Jazz Messengers grubunda çalmış ve 60’ların ikinci döneminde Miles Davis’in ikinci kuintetine katılmıştır. 70’ ortalarında R&B ve Funk türlerindeki korkutucu güzellikteki yükseliş, onu çok sonraları ‘crossover jazz’ akımına dâhil edecekti. 1966 yılı ‘Adam’s Apple’ ve 67’ çıkışlı ‘Schizophrenia’ albümleri listenin favorileri arasındadır.

Wayne Shorter / Footprints (1966)


Marcus Miller, Brooklyn’in dünyaya bahşettiği belki de en büyük miraslarından bir tanesidir. 1970’li senelerde Saturday Night Live ekibine katılan Miller, Bryan Ferry, Billy Idol ve Aretha Franklin gibi müzisyenlerle çalıştıktan sonra, asıl başarısını basgitarda gösterdiği ‘slapping’ tekniğinde yakalamıştır. 80’lerin başında başladığı solo kariyeri caz hayranlarını etkilemişti ki, 2001’de çıkardığı adlı albümle Grammy Ödüllerinde “En İyi Çağdaş Caz Albümü” ödülüne layık gösterilmiştir.

2) Randy Crawford & Joe Sample / Natalie Cole / 13 Temmuz Çarşamba 21.00 / Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava
The Jazz Crusaders grubunun belki de en şaşalı dönemine tanık olduğumuz 60’lar ve 70’ler, Joe Sample’ın ekibe katılmasıyla müzikseverlere nadir rastlayacağımız bir müzik mirası emanet etmiştir. Joe Sample 1969’da çıkardığı ilk albüm ‘Fancy Dance’ ile dikkatleri çekmiş ve ardından caz / soul dünyasının ağır topları ile bir araya gelerek kariyerinin en önemli ve zevkli senelerini geçirmiştir. The Crusaders ekibinden ayrıldıktan sonra başlattığı solo kariyeri, Sample’ın neden piyanistler arasında “en iyiler” arasında olduğunu gösterir gibiydi. 1979’da The Crusaders ile çıkardıkları ‘Street Life’ albümü kariyerlerinin dönüm noktası olmuştur.

The Crusaders / Street Life (1979)


Joe Sample ile Randy Crawford’un kariyerleri ise gene The Crusaders ekibiyle kesişmiş, ardından ikisi solo kariyerini bir süreliğine sürdürdükten sonra gene bir araya gelmiştir. 1980’da solo olarak çıkardığı ‘One Day I’ll Fly Away’ parçası (çok sonraları Nicole Kidman’ın Moulin Rouge filminde söyleyeceği parça) İngiltere’de uzun süreliğine ‘hit’ olarak yerini korumuştur. Crawford’un Joe Sample ile tekrar turneye çıkması ve İstanbul ayağına da uğraması, caz severler için kaçırılmaması gereken bir konserdir.

Nat King Cole’un kızı olan Natalie Cole, aynı şekilde R&B / soul mecrasının vazgeçilmez seslerinden bir tanesidir. Kariyerinde dokuz Grammy bulunduran Cole, kuşkusuz 1991 yılında çıkardığı ‘Unforgettable…with Love’ albümüyle büyük başarı kazanmıştır.

3) Paul Simon / 19 Temmuz Salı 21.00 / Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava
60’ların efsane ikilisi Simon & Garfunkel’dan bildiğimiz Paul Simon, her ne kadar ikilinin bahşettiği parçalarından daha uzak bir solo kariyeri geçirmiş olsa da, kendisini kanlı canlı izlemek başlı başına bir heyecan ve geri dönüşü olmayan bir fırsattır. Süt dökmüş kedi suratına rağmen 60’ların folk müziğinde bir tür ‘şeytanvari’ görev yapan Paul Simon, Mrs. Robinson, America, The Sound of Silence ve I Am a Rock parçalarıyla tanınmıştır.

Simon & Garfunkel / America (1968)


Henüz geçen Nisan’da son albümü ‘So Beautiful or So What’la beş sene sonra sahnelere geri dönen Paul Simon, elinde gitarıyla tıngır tıngır, güzel ve sakin bir gece sunacaktır.

4) Tünel Şenliği / 2 Temmuz / Tünel-Galata
Farklı yer ve zamanlarda başlayacak olan küçük konser serilerini kaçırmak istemiyorsanız, önceden planınızı programınızı yapıp gelmenizi tavsiye ederim. İKSV Salon, Hollanda Başkonsolosluğu, Pera Palace, Arte, Galata Cabaret, Nardis, Tünel Ana Sahne ve Galata Ana Sahne olmak üzere yirmiden fazla gruba yer verecek olan Tünel Şenliği, gün boyu etkinlik ve akşam konserleriyle güzel bir şenliğe hazırlık yapıyor.

60’ ve 70’lerden sunduğu tınılarla The Soul Jazz Orchestra, ‘Kaleidoscope’ albümüyle dikkat çeken Spiral Quartet, vokalıyla son dönemlerin en başarılı isimlerinden Sanem Kalfa ve kuinteti, ska ve balkan ritimleriyle tanınan Grooveheadz, Amsterdamlı topluluk Mdungu ve reggae severler için kaçırılmaması gereken East Park Reggae Collective konserleri dikkat çekiyor.

Mekânlarda verilecek konserlerin ücretli olması anlaşılır bir şey, senede bir kez yapılan bu tür konserlerin organizasyonu da aynı güçlüklerle yapıldığını unutmamalı ve müzikle ilgilenenlerin parasını daha önemli bir şeye harcayacağını da zannetmiyorum ( tabii ki aynı gün Efes Pilsen One Love Festival’ini saymazsak )

İyi eğlenceler ve teşekkürler İKSV!

18. Istanbul Caz Festivali / 2011

20 Haziran 2011 Pazartesi

Bir Fark Var Ama Nerede?

Bilindiği üzere Grammy ödüllü şarkıcı Amy Winehouse, 18 Haziran akşamında Belgrade'da verdiği konser sırasında parçalarını aşırı alkolden söyleyememiş ve konser yarıda kesilmişti. Seyircilerin aşırı tepkisini çeken Winehouse, grup arkadaşlarına sarılmaya çalışmış, yere düşmüş, ayağa kalkmış ve sonunda menajeri tarafından bugünkü İstanbul ve iki gün sonraki Atina konserini iptal etmiştir.

Bir taraf, Amy Winehouse'un sahnede sarhoş vaziyette parçaları söyleyememesini "acıklı" bulurken, başka bir taraf organizatörlerin sorumsuzluğundan yakınıyor. Winehouse hayranlarıysa üzgün tabii, bir an önce sahnelere geri dönmesini bekliyorlar.

Ancak ilginç nokta, medya ve hayran kitlesinin Winehouse üzerinde durduğu "arabesk" tutumdur. Hiç kimse, bir sanatçının sarhoş ve şarkı söyleyemez durumda çıkmasını savunmaz, ancak onun ötesinde duran resmi de görmek gerekir. Birbirine müzik, şöhret ve uyuşturucuyla bağlanan bir dünyanın arada bir "talihsiz" sahnelere girebildiğini de görmek gerekir. Seyircinin yuhlaması, aylık maaşı 428 dolar olan bir kesimin konser biletine 60 dolardan fazla vermiş olması büyük bir nedendir, ancak ve ancak, geri kalanı Amy Winehouse'dan başkasını ilgilendirmez. Eski arşivleri açmak, karıştırmak belki de yararlı olabilir. Bir fark var ama nerede?

19 Haziran 2011 Pazar

Record Collector XI: The Premiers / Calvin Arnold / Johnny Jones & The King Casuals

Balıketi kızların göbeğine damlayan yeşil renkli dondurma damlacıkları, uzaklardan boğukça duyulan Hendrix parçaları ve ilerlemeyen trafiğin öteki tarafı, kornaların bitmek bilmeyen siniri. Kırılan topuklu ayakkabıların tek tesellisinin onları denize atıp yalın ayak dans etmek olan ortak rüyanın küçüCÜK dönemi, cici dansın ve çarpık bacakların beklediği umursamaz erkekler, çok sonraları bulacakları sahipsiz bir üstü açık arabada sevişeceğini bilemeyebilirlerdi. Ancak muhafazakâr ailelerin devam eden “Bettie Page gibi olacaksın” paranoyasının aslında başka bir şey çıkması da şaşırtıcı değil. “Anne, bir süreliğine yokum,” notunun daha da korkutucu olması, belki de baba tarafının gece çıkmalarına bir göz kırpmasıyla idare edildiğini, ancak “nereye kadar” kontrolünün de şeytanın uzun tırnaklarına emanet edildiğini gördük, hala da görüyoruz. Şeytanın uzun tırnaklarından bahsettiğimiz, tabii ki müziğin “teslimiyetçi” ve korkutucu güzellikteki çağrısıdır: Her şey mümkün!

1962’de kurulan The Premiers tayfası, Perez kardeşlerinin gitar ve davulda olduğu bir California grubu. 64’te çıkardıkları “Farmer John” parçasıyla kariyerlerinin üst noktasına gelmişlerdir, ancak çoğu grup gibi, iki sene sonra patlayan LSD akımına girememiş ve “mid-60’s garage band” olarak arşivde kalmıştır. “Get On This Plane”, belki de psych / fuzz alanında zihin açan, cesaret isteyen, beğenilmediği sürece “çok kötü” ve aşk-nefret ilişkisine benzer bir düzeydedir.

The Premiers / Get On This Plane (1965)


Martha Reeves and The Vandells ve Marvin Gaye gibi isimlerin Motown şirketine sağladıkları gelir ve cesaret, funk / soul şarkıcısı Calvin Arnold ismine pek yaramış. 1968’de, henüz disco çağının tavanda dönen topla tanışmasından önce, funk müziğini San Francisco’da dinleten ve Haight-Ashbury tayfasının bir süreliğine dikkatini çeken “Funky Way” parçası, Motown ile ilişkisini düzeltmese de, bağımsız plakçıların vazgeçilmez tutkusu olmuştur.

Calvin Arnold / Funky Way (1968)


Ritim ve blues grubu olarak bilinen Johnny Jones and The King Casuals grubu, parça “üretmek” yerine daha çok “okumak” ile de bilinen ve çeşitli grupların bir çeşit “tanıtım” parçalarını “strong cover” olarak tanıtan Nashville, Tennessee’li elemanlardır. Aralarından en bilindiği, tabii ki Jimi Hendrix’in Purple Haze parçasıdır.

Johnny Jones and The King Casuals / Purple Haze (1969)

7 Haziran 2011 Salı

Record Collector X: Grup Çığrışım / Warpaint / Floating Bridge

Tiyatrodan yeni çıkan taze sevgililer, izlemiş oldukları oyun hakkında laflaşır. Kız, oyundan fazlasıyla etkilenmişe benziyordu ki, akşamın ilerleyen vakitlerinde hayatı hakkında yapacağı türlü değişiklikler üzerinde konuşacaktı. Bu değişikliklerin çıkış yolu, kızın “Sen hayatına nasıl bakarsın?” sorusuyla başlamış, erkek tarafın altı saniyelik boş bakışıyla pek bir yere varamamıştır. Devam eden dakikalarda, kızın hararetli bir şekilde yükselen konuşma ateşinden tırsan erkek, bir tür kaçış ve çıkış yolu olarak, hayalinde unutamadığı Top 5 futbol maçı ve gittiği konser listesini yapacaktı. Ama böyle bir liste yapmak, belki de yaşamakta olduğu sıkıcı değil, ancak yardım edemeyeceği bu durumu kurtaramazdı. Bu yüzden Top 5 listesini daha detaylı yapması gerektiğini, daha önce hiç başvurmadığı bir alana girmesinin şart olduğunu anlıyordu. Böylece, alkol, müzik ve kafa karışıklığı ile birbirine bağlanan bir gecenin ilerleyen vakitlerinde, umutsuzlukla çıktığı Top 5 yolculuğu onu tuhaf yerlere bırakacaktı:

Top 5 Korku Filmlerinde Çalınan Amatör Grupların Tanıtım Amaçlı Eksantrik Müziği,
Top 5 Son Saniye Atılan Basket Parçaları, ( üzerinde çalışılacak )
Top 5 Düşük Bütçeli Uzay Filmleri Müziği ve buna bağlı olarak
Top 5 Kapağında Canavar Olan Düşük Bütçeli Garage / Psychedelic Albümleri ( 1966–68 )


Çilek, fondü, çikolata, sabun köpüğü, tavşankulaklı şapka ve kelepçeyle bitebilecek gecenin ilerleyen vakitlerinde, erkek tarafı, sabaha doğru bir Taylandlının açmış olduğu “Hidden Tracks of Early 70’s Prog” blogundan keşfedeceği epik ötesi albümün sarhoşluğuna kapılacak, yatağının yanında yarım kalmış soğuk pizzaların arasından yalın ayakla geçerek kendisini balkonda bulacaktı. Arkasında bıraktığı manzara kalabalık ve dağınıktı: Üst üste dağılmış kirli gömlekler, bir türlü yazısını yazamadığı plakların dizilişi, pizza kartonundan yapılmış küllük ve yanından taşmakta olan izmarit yığını, görüntüsü karıncalanmış televizyon, 7/24 açık duran Radio Caroline Korsan Yayın, çubuk kraker, çeşitli yerlerden çıkan kahve bardakları, küflenmiş peynir, şafak vakti soğuğu ve şeyler, şeyler ve şeyler…

Bu bir hayat tarzı değildi, bu, “Gece uyumam, gündüz uyurum, buna uyamayan bir insanla anlaşamam”vari bir isyanın, evde uygulanan küçük törencikler sayesinde dönüştürülen bir ıssızlıktı. Yalnız kalmak, hikâyenin çıkış yolu değil, belki de birbirine arşivcilik, sabır ve merakla bağlanan korkutucu bir takıntılığın fark edilişiydi. ROCK SNOB!

Grup Çığrışım, Tünay Akdeniz tarafından 70’lerde kurulan bir punk / garage grubuydu. Her ne kadar punk ve garage türlerini biraz zor seçiyor olsak da, dönemin Türkiye’sine göre yapılmış başarılı bir çalışmadır. Kız kardeşinin yazmış olduğu “Salak” adlı parça aralarından en dikkat çekeni.

Grup Çığrışım / Salak


Ve Warpaint, dört kızdan oluşan New Wave / Psychedelic paslaşmaların olduğu melankolik bir grup: Kendilerini iki gün önce Coachella Festivali’nde online olarak izleme şansı bulduğumuz harika canlı performansı da fikir vermekteydi.

Son olarak 67’de kurulan Floating Bridge, The Wailers’dan ayrılan grup üyesi Rich Dangel’ın gelmesiyle şekillenmiş, bir cover grubu olarak çıktığı yolculuğuna kendi parçalarını çalarak piyasalarda biraz sürtmüştür. Standart bir şekilde “oynadığı” 60’lar oyununu başarıyla tamamlayan Floating Bridge, nadir de olsa samimi ve iyi parçalar da sunmuştur. Crackshot, iyi niyetli bir çalışmayla listelerde!

Floating Bridge / Crackshot

6 Haziran 2011 Pazartesi

Record Collector IX: The Nickel Bag / Odyssey / Listening

Köhne mahallenin köhne tuğlaları, üst komşunun tekrarlanan sevişme sesleri, kaldırım kenarlarında patlayan çatapatlar, sümüğünü kızgınlıkla içine çeken beş yaşındaki velet ve kendisine bağıran asosyal plak dükkânı sahibi babası, içeriden gelen kızartma kokusundan bihaber, gece öncesi hazırlık yapıyor. Suratının yarısını kaplayan kulaklıkları ve dinlemek üzere olduğu plaklar, araya karışmış karalamalar, duvarda Cindy Craford posteri ve dart tahtasının ortasında beliriveren bir George Michael resmi. Led Zeppelin II, Space Odyssey arka sahne çekimleri belgeseli, R2D2 yastığı. Saçmalıklar silsilesi. Müzik dünyası. Eve kapanma zamanı.

Türbülanstan kurtulamayan panik yolcular gibi devam eden ve içine hızlıca fuzz / psyche öğeleri tıkıştıran Odyssey tayfası, karşıma tipik 60’lar seansın en bilindik karesi gibi gelmişti. Ancak işler değişmişti, tam olarak neresinden koptuğunu kestiremediğiniz bir Iron Butterfly dalgası başlıyor, bir tür yolunu kaybeden ve gelişme/sonuç/solo/ üçgeniyle kafa yapan bir psychedelic karesi başlıyor.

Odyssey / Angel Dust


Yüzden fazla baskısı çıkmamış plak kartonları yüzünden ilk albümün piyasalara sürülmesi gecikir. Her ne kadar kapağın içindeki "the quintessential definition of the New York brand of the sixties psychedelia” açıklamasıyla hodri meydan kafalarına girse de, Angel Dust parçasıyla bunu hak ettiğini, laf kalabalığının saça sürülen bir jöleden ibaret olmadığını da kanıtlıyordu.

The Nickel Bag / The Woods


Charles Manson ailesini anımsatan yedi kişilik üyesiyle The Nickel Bag’ın The Woods parçası, belki de zaafımın olduğu yoğun elektro organıyla 60’ların değişmeyen garage / psychedelic vurgularını göstermiştir. Single parçalarla piyasada epey bir süre vakit geçiren The Nickel Bag, başlattığı işini pek de devam ettiremeyip tek parçayla kıpırdanmıştır.

Listening / Stoned Is


16 Nisan Dünya Plak Dükkânı Günü olmasıyla Vanguard adlı plak şirketi, ortaya çıkardığı “Follow Me Down: Vanguard’s Lost Psychedelic Era (1966–1970)” toplama albümüyle hafta sonumuzu meşgul etmiştir. Aralarından en çok dikkat çekeni Listening tayfasının Stoned Is parçası: Yoğun Haight-Ashbury dalgasına kapılan iyi niyetli amatör grup, arka fonda kendini devamlı hatırlatan elektro organla – parçanın adı gibi – girmek istedikleri alana rahatça giriyorlar ve dinleyiciyi sıkmayan bir devamlılıkla kendini dinlettiriyor. ( Iron Butterfly – In A Gadda Da Vida esinlemesini görmemek elde değil tabii )