29 Ağustos 2010 Pazar

I am the God of Hell Fire and I bring you FİRE!

Çocukları uyanmasın diye aralarında fısıldayarak konuşan kasabalılar, bir sonraki kuşağın kilise çanlarıyla uyanacağından habersiz olmalıydı; Kral II. Richards’ın 14. yüzyılın sonlarında kasabayı terk etmesiyle başlayan karanlık günler ne zaman bitmişti? Erken kararan bir akşamüstünde, ellerinde torbalarla tek sıra halinde evine dönen kadınların dedikodusunda, Arthur Brown muhabbetin neresindeydi ve ne kadar konuşuluyordu? Liverpool, Birmingham ve Londra’dan sonra, sürpriz bir şekilde, Yorkshire, İngiltere’nin merkez noktasına bir adam emanet edecekti.



Arthur Brown dinlemek zor bir şey; İngiltere’nin 68’sinde en iyi dönemlerini sahne performansı açısından yaşayan progressive rock akımının eski tüfekleri arasında gösterilen Arthur Brown, 60’lar konsepti altında belki de sahnede “tanıtım” açısından sınırları zorlayan bir adamdı. Gene aynı sene içerisinde, 1968’de piyasaya çıkarılan “The Crazy World of Arthur Brown” albümünün İngiltere’de büyük yankı uyandırması, belki de muhafazakâr ailelerin yetiştirdiği çocuklarının kuşağına bir tür kaçamak alanı yaratarak eski kuşaklara en güzelinden bir orta parmak çıkarmıştır. Kesif balık kokusu, işçi sınıfı ve Beatles hayranlığının artık İngiltere’de kenara atılmasını gerektiğini düşünen ve gerçekten “bir süreliğine başka bir şey denesek” tadında süren progressive rock akımının bizlere ne gibi bir miras bıraktığı başka bir mesele. Ama sanırım bizleri bu makalede birleştirecek ortak noktamız Arthur Brown’un zamanında gerçekten bir şeyleri denemiş olmasıdır. Beğenelim / beğenmeyelim, sahneye yüzünü boyayarak ve başının üstüne yanan bir metal kasket takarak çıkan Arthur Brown, benim açımdan koca bir RESPECT alarak listeme girmiştir.

68’de çıkan ilk albümünün hit parçası “Fire” uzun bir süreliğine listelerde bir numara olarak kalmayı başararak dikkatleri çekmiştir. Vincent Crane’in parçada dominant bir etki yarattığı elektronik organı ve “the god of hell fire” muhabbeti altında gamzelerimizi harekete geçiren bu parçanın İngiltere’den çıkmış olması da, belki her şeyin aynı kalması gerekmediğini ve meselenin kaliteli müzik yapmak değil, bir şekilde insanları eğlendirebilmekle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Zira “Nightmare” parçasının klibinde aynı eğlencenin “fazlasıyla” sürmeye devam ettiğine şahit oluyoruz. Bir tür ev partisi gibi bir ortamda, ansızın kapıdan içeriye giren Arthur Brown, sorgulamadan şarkısına başlar ve kendisine zıt bir ahalinin önünde gösterisini sürdürür. Kanımca işin içinde Britanya’ya karşı duyulan alaycı bir ifade var. Bir tür “buralıyız, hayatımızı burada sürdürdük, sürdürmeye burada devam edeceğiz ve Allah kahretsin, kendimi sizlere nasıl ifade edebileceğim” sıkıntısının artık alaya vurularak “zamanında yaptık işte” olarak devam eden bir yolculuğun ilginç karesi gibi geliyor bana.

Arthur Brown, kadehim senin için!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder