1 Mayıs 2010 Cumartesi

Surrealistic Pillow



Jefferson Airplane Takes Off albümün yeni yeni filizlenmeye başlayan bir akımın “oluşma sürecine” tekabül etmesi, grup içi elemanlarında yaşanan değişiklikler ve psychedelic rock movement anlayışının henüz oturmamış bir “zihin haritası”na denk gelmesi, önceki makalede belirttiğim gibi, piyasalara muğlâk bir albümün sürülmesine ve çoğu kritiğin belirttiği gibi, Jefferson Airplane’in henüz karar aşamasında olduğunu göstermiştir. Ancak Grace Slick ve Spencer Dryden’in gruba katılması ve akımın kısa zamanda oturmuş bir kalıba sokularak değerlendirilmesi, kaçınılmaz olarak ortaya şaheser bir müzikal üretim sağlamıştır.

Bob Dylan’ın folk türünü elektrogitara aktarması, The Byrds ve The Mamas and The Papas’ın 66’ sonlarına kadar varlıklarını San Francisco’da göstermesi, bir müzik türünü öteye götürerek bir yaşam tarzına sokması her şeyi daha da ilginç yapmıştır: Goffmancı bir yaklaşımla gündelik hayatta fark edilen karşılıklı etkileşimlerin giderek değiştiğine işaret etmek isterim. Başka bir deyişle, bireylerin gündelik hayatta etkileşimde bulunmaları gerektiği ortamlarda, gözle görülür bir şekilde eskisine nazaran gerçek kimliklerini daha ön planda tutmaları ve “Cut The Bullshit” felsefesinin daha baskın bir yer edinmesi, ilişkilerin daha gerçekçi, uç ve tehlikeli olmasına olanak açmıştır. Tabii ki gündelik hayata sığdırabileceğimiz karşılıklı etkileşimlerin başında rol alan LSD dalgası, ortaya çıkan parçalar ve açıklamalar, cinsel ve ifade özgürlüğü temasının daima bir şekilde ön kapakta yer edinmesi de bir açıklamadır. Çıkış yolum, tüm bu ortamın yavaş yavaş “yaratılmasında” baş etken olarak görülen Jefferson Airplane’in “oturmuş bir zihin haritası” ve seyircinin yerine oturan taşları eşliğinde çıkarılan ikinci albüm Surrealistic Pillow’un vazgeçilmezler arasına girmesinin hikâyesidir.

Ocak 1967’de The Doors’un ilk albümünün piyasalara çıkması ve hemen bir ay sonra Surrealistic Pillow’un müzik marketlerine giriş yapması, büyük bir üretkenliğin başlangıcıdır. Müzisyenlerin mensubu olduğu şehirlerin müzikleriyle özdeşleştirilmesi, Amerikan Rüyası ütopyasına paralel giden bir anlayışın kabarmasıyla kalmıyor, büyük bir kartopunun 1967 senesinin içinden hızlıca aşağı inerek birikmesine ve 60’ kuşağı dediğimiz karakterlerin kendini utanmadan sahneye çıkmasına sebep oluyordu.

Los Angeles’tan çıkma grupların “kendine has” bir karşı kültürün oluşumunda rol alması, aynı zamanda San Francisco’nun Allen Ginsberg ve Timothy Leary gibi adamların önderliğinde yürütülen bir karnavalın giderek ucunu kaçırması, müziğin ve sözlerin tabu anlayışı babında sert bir şekilde kırılmasına da olanak açmıştır. Tabii ki bunun yanında, Jack Kerouac’in Beat anlayışı içinde meşrulaştırılan “caz, uyuşturucu ve şiir” üçlemesinin 60’ ortalarında kendini Haight-Ashbury kültürüne devretmesi de keyifli bir dönüşümdür.

Her ne kadar Grace Slick’in The Great Society’den ayrılmasını halen içerlesem de, bu tercihin ancak Slick’in Jefferson Airplane ile olan profesyonel birikimle birleşmesi ve ardından gelecek olan başarının yarattığı mazeretine sığınarak bunu bir açıklama olarak kabul edebiliriz. Zira The Great Society’nin listelerde “underrated” bir damgası vardır; caz ve blues öğelerinin psychedelic türüyle bağdaştırılma girişimlerine Jefferson Airplane’dan önce tanık oluyoruz. Henüz o anlayışın tam olarak oturmamış olması da grubun bir garage rock grubu olarak tanılmasına sebep olmuştur.

Aynı denemeyi de Jefferson Airplane ilk albümünde yapmıştır ama değindiğim gibi, yaşanan kararsızlıklar ve “bir akımın öncüsü olmanın sorumluluğu altında” müzikal boyutuna karar verilememenin kurbanı olunmuştur. Aksine, The Great Society’nin parçalarını dinlediğiniz zaman, yoğun bir psychedelic havasına tanık olursunuz ve bir anlamda Surrealistic Pillow albümünün habercisi gibidir. Bu anlamda The Great Society’nin de büyük bir katkısı vardır ve bunu es geçmemek gerekir.

SF, 1967: "O" fotoğraf. Çekim öncesi kavga ettikleri de bir dedikodu.

Surrealistic Pillow 67’ kışının sonunda piyasalara çıkartılır ve bir çığır açar. Grace Slick’in hipnotik sesi ve canlı performansı, Marty Balin’in Slick’le aynı tonlama seviyesinde kalması ve Paul Kantner’in arka vokal olarak “yerinde” yapılan girişleriyle birleşmesi, müzikal boyut açısından oturmuş bir zihin haritası eşliğinde “vazgeçilmezler” arasına ismini yazdırmıştır.

Albümün birinci kısmı, ilk parçası “She Has Funny Cars” daha şarkının başında kendini belli eden hızlı temposuyla bizi kısa zamanda psychedelic öğelere devredeceğini ve uzun bir zaman boyunca çıkamayacağımız bir yolculuğun ilk nefesidir.

Birinci kısım, ikinci parça “Somebody To Love”: Yoğun ve hızlı bir hipnotik seansına giren ve belki de “The San Francisco Sound” diye adlandırdıkları bir karşı kültürün en etkin ve güçlü parçasıdır. Parça bir anda başlar, alçakgönüllülükten uzak (olması gerektiği gibi), utanmadan ve beklemeden, baskın ve güçlü bir psychedelic frekans bandıyla şekillenen ve Grace Slick’in her şeye rağmen soğukkanlılığını koruyup sözleri olabildiğince yüksek bir seviyede söylemesi, albümdeki favori parça olmasına nedendir.

Birinci kısım, dördüncü parça “Today” bir ütopya şarkısı olmakla beraber, folk müziğinin halen devam edebileceğini kanıtlayan parçadır: Yavaş geçişleri, arka vokallerin tıpkı bir mantar gibi üreyerek çoğalması ve nakaratın bir ağızdan söylenmesi karşısında söylenecek pek bir şey yoktur, şarkı inanılmazdır.

Ve hemen ardında gelen beşinci parça “Coming Back To Me”, Marty Balin tarafından yazılmış ve söylenmiştir. “Today” parçasıyla görülen bir paralellik vardır, bir ütopik havası olması her şeyi daha güzel yapmaktadır.

Albümün ikinci kısmı, sanırım birinci kısmın son iki parçayı yavaş bir havada bitirmesine karşılık olarak hızlı ve yoğun psychedelic öğelerle karşılar ve yolculuk devam eder: “3/5 of a Mile in 10 Seconds” parçası, bir anlamda iki sene sonra piyasalara çıkacak olan “Crown of Creation” parçasıyla yüksek derecede benzemektedir. Jefferson Airplane’in yaptığı en iyi olaya burada tanık oluruz: Psychedelic öğeleri belirli bir duygusal haritaya takılmadan söylerler, bu da dinleyiciyi şarkıya kilitler ve tıpkı müzikleri gibi, uzun bir yolculuğun nerede biteceğini asla söylemezler. Şarkılar tuhaf bir şekilde kendilerini tekrar eder ve kronolojik bir gidişat yerine, küçük bir riff, küçük bir tef, birden yükselen bir vokal ve A! bir bakmışız davullar başlar ve gene şarkının başına dönmüşken, birden gene başka bir yere varırız ve bu böyle devam eder…

İkinci kısım, onuncu parça “White Rabbit” bana hep “acımasız” bir şarkı gibi gelmiştir. Çünkü günün sonunda San Francisco’da yaşayan herkesin gideceği sığınak olan Wonderland hayaline bahsetmiş olduğum “duygusal bir haritaya takılmadan” ulaşmaya çalışmaları, “Bir tane daha versene,” denilmesine kapı açarak başka bir kapıyı daha aralamasına olanak açmıştır. Ama şarkının özünde görülen uyuşturucu unsurunun Alice In Wonderland hikayesine uyarlanması belki de her şeyi daha zor ve güzel yapmıştır, değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder